27 Aralık Cuma, 2024
spot_img
spot_img
spot_img
spot_img
spot_img

Hayal Gücü ile Yaratıcılık Arasında Bir Bağ Var Mıdır?


Yeni bir çalışma, güçlü bir hayal gücüne sahip olmak ile yaratıcı düşünme ve öğrenme yeteneği arasında bir bağ olmadığını öne sürüyor.

Hayal gücünün zaman zaman eşsiz bir insan yeteneği olduğu iddia ediliyor ve psikologların merakını çekmekle kalmayıp oldukça uzun bir süredir de kafalarının karışmasına neden oluyor. Bir insanın sahip olduğu hayal gücünü ölçmeyi ve bu ölçümü daha sonrasında analiz ederek, bu alanda yapılan diğer öncül çalışmaların da altını çizmeye çalıştığı gibi, güçlü bir hayal gücüne sahip olmanın öğrenmeye ve yaratıcılığa olumlu yönde bir katkısı olup olmadığını araştırmayı hedefleyen ve “hayal gücündeki bireysel farklılıkların psikolojik sonuçlar için taşıdığı faydalar ve riskler hakkındaki anlayışımızın sınırlı olduğunun” altını çizen iki araştırmacı “Yaratıcı Davranış Katılım Ölçeği” -the Imaginative Behaviour Engagement Scale (IBES)- adını verdikleri yeni bir psikometrik test oluşturdular. York Üniversitesinde araştırmacı olan Sophie von Stumm ve Londra Üniversitesi Akademisinde görev yapan, İngiliz Psikoloji Dergisi’nde (British Journal of Psychology) yazar olan Hannah Scott’a göre “hayal gücü aslında kişinin daha önce gördüğü veya gerçek hayatında deneyimlediği görüntüleri ya da duyumsal algıları zihninde tekrar yaratması sonucu kişinin duyuları ile eş zamanlı olarak algılamadığı kavramların, fikirlerin ve duyumların zihne giren ilk veriden bağımsız olarak beceri ile yeni zihinsel görüntülerini oluşturmasıdır.”

Bu tam olarak yeterli bir tanımlama sayılmaz. Ancak bunu kısmen de olsa, çift terimler olarak ele alınan ve psikologlar arasında bu terimlerin kesin tanımları üzerindeki anlaşmazlık nedeniyle fantezi veya bilişsel görüntüler gibi ilgili yapılarından ayrılan, akademik araştırmayı bir vebaymışçasına hayal gücüne bulaştıran tanım ve ölçüm konularının bir sonucu olarak görülebiliriz. Yeni oluşturdukları testin neler içermesi gerektiğini araştırmak için von Stumm ve Scott, bir literatür araştırması yürüttüler, buna ek olarak da klinik psikoloji ve psikoloji testlerinin yorumlanması üzerine uzmanlaşmış kişilerle birlikte röportaj gerçekleştirdiler. Bu çalışmalar onları hayal gücünün yedi etki alanını tanımlamaya itti. Oluşturdukları test bu yedi etki alanını ayrı ayrı ölçen iki öğe barındırıyordu. Bir yetişkinin çocukluğunda ne kadar hayali arkadaşa sahip olmasından tutun da, gün içindeki kurduğu hayallere, rüyalara, düşünme şekline (örneğin: Hiç sırf eğlence olsun diye fikirleri kurcalayıp, onlarla oynadığınız oldu mu?), bir kitap okurken ya da film izlerken ne sıklıkla kendilerini o hikâyenin veya kurgunun içinde hissettiklerine, hayali durumlara cevap verebilirliklerine (örnek: Eğer isteseydin, kendisini ve hareketlerini hissedebildiğin fazladan bir kol hayal edebilir miydin?) ve hayal gücüne olan eğilimlerine varan bir yelpazeye sahipti.

İlk çalışmalarında, çift (von Stumm ve Scott) çoğunluğu lisans öğrencisi olan 180 katılımcıda hayal gücü (Yaratıcı Davranış Katılım Ölçeği temel alınarak), kişilik ve öğrenme performansı arasındaki bağlantıları araştırdı. İlk olarak mantıksal düşünme testine alınan, daha sonra da akademik bir yazı üzerinde çalıştırılan katılımcılar hiç vakit kaybettirilmeden bir teste daha tabii tutuldular. Okudukları akademik yazıdan ne hatırladıklarını merak eden çift, aradan bir hafta geçtikten sonra katılımcıları tekrar teste tabii tuttular. Buna ek olarak, farklı zaman dilimlerinde de IBES testini ve kişiliklerini kategorize eden anketler uyguladılar. Katılımcıların IBES sonuçları ile öğrenme yeterlilikleri arasında bir ilişki bulunmasına rağmen bu bağ oldukça zayıf olmakla birlikte IBES sonuçları ile mantıksal düşünme ve yeni deneyimlere açıklık (beş büyük kişilik özelliklerinden biri) arasındaki ilişkiden çok daha zayıftı. Çoğunluğu İngiliz vatandaşı olan 128 katılımcı ile gerçekleştirdikleri diğer araştırmada ise, von Stumm ve Scott hayal gücü seviyesi (IBES temel alınarak), yaratıcılık ve şizotipal düşünceler arasında bir ilişki olup olmadığını araştırdı. (Şizotipal düşünceler tuhaf inançları, büyüsel düşünmeyi, şüpheciliği ve sıra dışı algısal deneyimleri içerir.) Katılımcıların yalnızca hayal gücü ölçüm testindeki sonuçları ile “yaratıcı kavrayış yeteneği” (fikirlerin kullanımını, takdir edilmelerini kişinin öz değerlendirme ile kendisine rapor vermesi) olarak bilinen ve yaratıcılığın sadece bir yönünü içeren bu alan arasında ilişki bulunabildi.

Açık bir şekilde ortadaydı ki hayal gücü testi sonuçları ile katılımcılara sordukları “Bir pinpon topu, bir kereste ve bir kâğıt kıskacı için kaç farklı kullanım bulabiliyorsun, bunları yazar mısın?” gibi sorular ile ölçtükleri yaratıcılık puanları arasında bir ilişki bulunmuyordu. Bir başka yönden ise, güçlü hayal gücü daha çok şizotipal düşünce ile ilgileşim içerisindeydi. Bu bulgulara göre ortalamanın üzerinde bir hayal gücüne sahip olmak –bu çalışma ve testte ölçüldüğü üzere- bilgileri biriktirme veya yeni ve faydalı fikirler üretebilme yeteneğinden ziyade şizotipal düşünceler yani tuhaf inançlar, büyüsel düşünme ve sıra dışı algısal deneyimler ile ilgileşim içerisindeydi. Bunun bir nedeninin de öğrenme ve (bir dereceye kadar) yaratıcılığın odaklanmış dikkat gerektirmesi olabileceğinin altını çizen von Stumm ve Scott “Burada, hayal gücü ve şizotipal inançlardaki paylaşılan yönetici kontrol eksikliği ikisi arasındaki ilişkiyi güçlendirerek düzenli bir işlem süreci ve çaba gerektiren öğrenme ve yaratıcılık gibi bilişsel yeteneklerden ayrıldıklarını öne sürüyoruz.” diye ekliyor.

Young, E. (2019, Şubat 13). New Study Finds Strength Of Imagination Not Associated With Creative Ability Or Achievement.

Hazırlayan: Sıla Özeren

İlgili Yazılar

spot_img

Son Yazılar